9 Ekim 2012 Salı

Yaz Güneşi :)





Sizi bilmiyorum ama ben temmuz doğumlu olmamdan mıdır ya da nedenini bilmiyorum pek bir yazcıyımdır :) Ve şu yağmurlu havalardan hiç mi hiç hoşnut değilim ! Hep mevsimin bahar olduğu bir ülkede deniz kenarında yaşlanmak istiyorum.. Stressiz, sakin, hafif rüzgarlı :)  Yazım yoğun bir o kadar da eğlenceli geçti.. İş, güç, staj derken baya yoruldum ama yazın tadını çıkarmayı da bildim :)
Tabi bir de ada günlerim var. Bu yaz Prens adalalarını dolu dolu gezdim :) Bir Akdeniz' li olarak her ne kadar denizin soğuğundan giremesem de güneşin ve ortamın tadını çıkardım :) Bir ara bronzluğu abarttığım bile söylenebilir :) Heybeli Ada' da Ada Beach' i şiddetle tavsiye ederim. Giriş biraz tuzlu olsa da rahat ve keyifli bi gün geçirmek isterseniz bir uğrayın derim :)
Sevgilerrrr :*




12 Haziran 2012 Salı

eğer;






Erma Bombeck Kanserden Ölmeden hemen önce şunları yazmış...

"Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer;
Hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim..
Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım..
Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim..
Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim..

Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım.. Yerler leke olacak diye korkmazdım.. Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım.. Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım..

Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim..
Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum..
TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim.. Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım..

Hamileliğimin bir an önce sona erip, doğum yapmayı dilemek yerine, hamile olduğum her anın tadını çıkarır ve içimde bir canlı yaratmanın ne kadar harika olduğunu fark ederdim.. Bu o kadar nadir bir olay ki.. Mucize gibi bir şey..

Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla "Önce git ellerini yüzünü yıka" demezdim.. Onlara daha çok "seni seviyorum", ondan da daha çok "özür dilerim" derdim..
Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey; her dakikasını değerlendirmek olurdu..

Dikkatle bak.. Gerçekten gör.. Yaşa.. Vazgeçme..
Küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç..
Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi..
Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım..
Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için Allah'a şükredin..
Tek bir hayatınız var ve bir gün sona eriyor.. Umarım her gününüzü değerlendirirsiniz.."

20 Nisan 2012 Cuma

Zahir

...İnsanların, hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor. Bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz. Hiçbir şeyi geri almayı bekleme. Ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasının.. Daireyi tamamla; gururlu, yetersiz ya da kibirli olduğun için değil.. Kapıyı kapat. Plağı değiştir, evi temizle, tozdan kurtul. Geçmişte olduğun kimseyi bırak, şu anda kimsen o ol. 



                                                                                                                                                                      Paulo Coelho

19 Nisan 2012 Perşembe

bla bla blaaaa

Neden bu blog işine soyundum bilememekteyim , hala nereden başlamam gerektiğini düşünüyorum :) Ama olsun yine de bir şeylere başlamak, ne yazıp ne çizeceğini düşünmek, içinden bir çok şey düşünmek, yazmak istemek, yazamamak(!), dışa vuramamak, kelimelere dökememek bla bla blaa uzar gider bunlar güzel heyecanlar :) Velhasıl kelam hala bi başlığım yok, konum yok, arkadan Sezen çalıyor, aklım ona kayıyor. Nasıl güzel bi şarkıdır ! Acıtmışım canını sevdikçe.. " Ah neden korktum, bir uyandım ki artık yoktun uzanıp eşsiz hatırandan öptüm.." Milyon kere dinleyebilirim, milyon kere, milyon kere!.. (pek beni anlatmasa da :D)
  Aslında yazılacak bi sürü cümlem var benim.. Tek bi cümleyle her şeyi anlatmak isterdim. Ama en uzun cümlelerimle bile bunu beceremedim. yaz sil, yaz sil. Vazgeçme. Anlat kalbini. susan da biliyor başına geleceği. Olsun ben de böyleyim bi farkım olsun :)  Her neyse sıkıcıyım bu zamanlar farkındayım. Özlem doluyum .. Sevgilim uzakta, sanki buracıklarda yapayalnızım :/ Gel gitleri çekermiş insanoğlu. Ama olsun sevince hiçbir şey gözünde değil insanoğlunun. Hele benim hiç gözümde değill laa laaa :))
Az kaldı azz azz. Dört gözle bekliyorumm yine en güzel zamanlarımızı, adaları, denizi, Beyoğlu'nu, Nişantaşı'nı, Beşiktaş'ı; kısaca İstanbul'un dört bi yanını, bunun yanında Akdeniz'i ahh ahh.. Aşk her şey ya.. Ana baba gibi..  Can, her şey!
Daha fazla felsefe yapmak istemiyorum, bu kadar yeter. Bir de neden sonucu bağlayamıyorum ya :/ Dedim ya  neden blog işine soyunduğumu bilmiyorum diye, al işte bağlayamıyorum :))) Neyse ya çok kasmayayım kendimi. Bitti, bu kadar, bura yazının sonu ! iyi geceler ! :))
    

 

12 Mart 2011 Cumartesi

Ay Taşı Duası, Çocuk Uykusu.

    Bir kez daha aslında ne kadar da güçsüz olduğumu farkettim.. Güçlü olmak demek sana inanan, güvenen insanı yarı yolda bırakmak değilmiş, güçlü olmak arkanı dönüp gitmek değilmiş, güçlü olmak olmayacak duaya amin demek değilmiş.. Bazen güçlü olmak karşısında hıçkıra hıçkıra ağlayabilmekmiş..

   Bir yandan eşyalarımı yerleştiriyorum ki yine üşengeçliğimden bugüne kaldı, öbür yandan olmazsa olmazım müzik. İlk defa bu kadar zor yerleştirmek. Oysaki toplarken ne kadar da kolaydı. Sadece 15 dakika..
İstanbul'da daha bi çekilmez şu sıralar, yalnız hissediyorum kendimi, Allah'tan "Çocuk" var. Onunla uyuyoruz geceleri. (Gerçi uyuduğum saat beş parmağın beşini geçmez.) Biraz sesli uyuyor ama nihayetinde çocuk duymazdan geliyorum. Sanırım uzunca bi vakit Taksim'e filan da uğramam. Hani bi soru sormuştum bi zaman duvarda görüp "deniz misin liman mı?" diye. Kendim için ne doğru cevap vermişim: deniz.. Ucum bucağım yok, rüzgarımın, dalgamın nereden geleceği belli değil, kendi aleminde.. Liman olmadığım kesin , zor denizleri, okyanusları aşıp bana sığınanlara sırt çeviriyorum, alabora ediyorum, batırıyorum.
 
   Belki kendimi anlatamıyorum, bu yüzden olduğumdan çok yanlış anlaşıldım, keşke söyleyebilsem her şeyi patır patır, belki o zaman ben de kazananlardan olabilirim. Tek becerdiğim kaybetmek. En güzel bunu becerebiliyorum. Aslında kalemim de iyi değildir ama neden bu yolu sectim onu da bilemedim. Zaten bilinçli hareket etmeye başladığım zaman gercekten her sey cok guzel olacak. Ben iyi değilim. İyi görünmeye çalısıyorum. şu an bu yazıyı yazdıgım bilgisayar değilde kağıt olsaydı kağıt sırılsıklam olmuş bile olabilirdi.. Kötü "alışkanlıklarımdan" vazgeçmeliyim. Aslında çoktan vazgeçmişim ama aynı hatayı yapmakta neden ısrar ediyorum bilmiyorum. Ben şunu öğrendim ki aşk beraberken zamanın nasıl geçtiğini bilmemekmiş. Aşk ; evde akşama kadar sıkılmadan televizyon izleyebilmekmiş.Aşk; hiç üşenmeden kıta değiştirebilmekmiş. Aşk; karşılıklı içilen bir bardak çaymış.. Ve en önemlisi aşk; gerçekten 3 seneyi 4 ayda yaşayabilmekmiş.. 

1 Mart 2011 Salı

Güçlü Kadınlar..

"Güçlü kadınlar vardır, her işlerini kendileri halletmeye çalışan.. Anne babaları... tarafından böyle yetiştirilen. Onlar kendi paralarını kendileri kazanmak isterler. Evdeki tüm tamirat, tadilat işlerinden anlarlar. Bir erkeğe mecbur kalmadan da hayatlarını devam ettirebilirler. Faturalarını kendileri yatırırlar. Hemen hemen tüm işlerini kendileri yaparlar. Hatta etraflarının yükünü de üstlenirler. Özgürlüğü severler, dik durmayı da, güçlüdürler çünkü...

Âşık olduklarında hissederek yaşarlar. Aşklarına kurallar koymadıkları gibi büyük beklentilere de girmezler. Sevdiklerine problem çıkarmazlar. Bütün gün çalışıp durduktan sonra, akşamları yorgun da olsalar sevgilileri buluşalım dediğinde, hemencecik hazırlanıp sevgililerinin onları evden almalarına gerek kalmadan, o her neredeyse onun olduğu yere giderler.

Çoğu zaman sevgililerinin ya da kocalarının haberi bile olmaz yaşadıkları sıkıntıdan, yansıtmazlar çünkü. Para var mı, işyerinde sıkıntı mı oldu, birine canı mı sıkıldı, hiç bunlarla yormazlar birlikte oldukları erkeği. Çünkü istemezler kimse onlara acısın. Sonra da bir bakarlar ki, bu kadar dik durmanın ve sorun çıkarmamanın karşılığında gerçekten de kimse onlara acımaz. Bu durum zamanla gelenekselleşir ve acınmama ile sorun çıkarmama hali yaşam tarzına dönüşür. Ezkaza dayanamayıp sorunlarını paylaşmaya kalksalar, bu sefer de sorunlu kadın, kaprisli kadın, tahammül edilmez kadın damgasını yerler. Bu yüzden de terk edildiklerinde bile hiç seslerini çıkarmaz bu güçlü kadınlar! Terk eden erkek de bilir onun ne kadar güçlü olduğunu ve onsuz da yaşayabileceğini, içinde yaşadığı fırtınalardan bihaber. Sonra bir dosttan, eşten, ya da tanıdıktan duyarlar ki onu terk eden erkek gitmiş, muhtaç yaşamak zorunda olan biriyle beraber olmaya başlamış. Erkekler çok severler böyle kadınları. Birinin ona muhtaç olduğunu görmek bir çok duygusunu okşar erkeğin. Onlara kendini erkek gibi hissettirir! Bu zayıf kadınlar erkeklere bağımlıdır.

Mesela fatura filan yatıramazlar, anlamazlar çünkü. Nereden yatırılır onu da bilmezler. Ev ya da yemek alışverişi de yapmazlar, çünkü taşıyamazlar onca torbayı. Hep yorgun olurlar, bütün gün spor salonları, kuaför, o mağaza, bu mağaza gezerler. Akşama yemek yapmaya fırsat bulamazlar. Akşam eşleri eve geldiğinde, bugün nereye yemeğe gidelim, diye sorarlar. En kötü ihtimal dışarıdan yemek söylerler. Zayıf kadınlar doğurdukları çocuğa bakacak gücü de kendilerinde bulamazlar, pamuklar içinde yaşamaya alışmışlardır bir kere. Kendilerini hep altın tepsi içinde sunarlar. Huysuzluk da ederler, ama bu erkeğin hoşuna gider, çünkü kadın ona muhtaçtır, söylenmeyen güçlü kadının aksine, hiçbir şeyi beğenmedikleri gibi devamlı da mutsuzdurlar. Pek teşekkür etmezler, kıskançlık krizlerini de severler. Kocasının ve sevgilisinin hayatlarını karartırlar. Erkekler bu kadınları asla terk edemezler. Çünkü o güçsüz, kırılgan bir kadındır. Ayrılırsa kurda kuzuya yem olur. Koruyup kollanmalıdır her an o!.

Zayıf kadınlar hiç çökmez, buruşmaz ve yıpranmazlar. Ancak işin ilginç yanı her zaman daha değerli olanlar da onlardır. Ve geride kalan güçlü kadınlar tüm bunların nasıl gerçekleşebildiğine sadece bakakalırlar
."



    Güçlü olmalı kadın dediğin, kendinden emin, asil durmalı. Zayıf yanını göstermemeliki daha çok kırmasınlar yüreğini.. Zaten kadın değil midir hayatın bel kemiği? Eğer incinirse bütün olarak tutmak zordur hayat dediğini. Çok beğendiğim bir yazı yüreğine sağlık AYLİN KOTİL SARIGÜL..

22 Şubat 2011 Salı

welcome dilara welcome :)

     Ah bu bloğumda hem ilk olma özelliği taşıyor, hem de kendi bloğumla kendimi karşılıyorum (durumum vahim) :) Hoşgeldim. Uzundur aklımda bu blog işi. Bir yerden başlamalı dedim ve burdayım:) Vatana millete hayırlı olsun. Allah klavyemize zeval vermesin:)
saygı, sevgi bizden , bereket Allah'tan..